Farklı inançlara sahip iki insan, kendi aralarında samimi bir sohbete dalmışlar. Bunlardan biri Hindu diğeri Müslim idi.
-Hindu sorar, kendini nispet ettiğin Müslimlik ismini İslam’dan aldığını biliyorum. O zaman söyle bana “İslam nedir, Kur’an nasıl bir rehberdir? İki kelimeyle bana inancını özetleyebilir misin? Ben de sana inancımı iki kelimeyle özetlemeye çalışacağım. Bakalım inanç bakımından benzerliklerimiz ve farklılıklarımız var mı? Basitten zora doğru gidelim.
-Hay hay der Müslim, biraz düşünmeme izin ver (birkaç dakika düşündükten sonra) cevap verir. Benim inancımın özeti “Kendime iyiliktir.”
-Nasıl yani diye sorar Hindu şaşırarak. İnsan, kendine iyilik yaparak iyi olur mu? Benim inancıma göre başkasına iyilik yaptıkça, hizmet ettikçe iyi olursun.
-Güzel bir konuya temas ettin der Müslim, konuyu detaylandırmadan önce ben de sana bir soru sorabilir miyim?
-Ama soruma soruyla karşılık veriyorsun. Peki, sor bakalım.
-Başkasına derken neyi kastettiğini biliyorum, yine de sormak istiyorum. Başkasına iyilik aslında kendine yaptığın iyilik değil midir?
-(hımm diye çenesini tutar) Hindu, tarihin en ünlü paradoxu gibi (çelişkili) bir soru “tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan”. Konuya böyle bakınca haklı olabilirsin. Aslında tavuk paradoxunu Cenevre Üniversitesindeki, İsveçli bilim insanları çözdüler. Yumurtanın önce geldiğini söylediler. İlk gerçek tavuk, tavuk yumurtaları yumurtlanmadan önce yumurtadan çıktılar. Aynı mantıkla sorunu cevaplamaya çalışayım, bakalım becerebilecek miyim? Kendim olmadan, başkası da olmaz, çünkü kendimi başkası üzerinden tanımlayabiliyorum. Yani önce kendim gelmeliyim ki başkasını ve kendimi tanımlayabileyim. İlginç oldu bu, önce kendim gelir. Başkasına iyilik kendime yaptığım bir iyiliktir.
-Evet, güzel bir sonuca vardın. Kur’an-ı Kerim’de Âdem ve eşinin tek bir nefisten[1] ve toprağın su ile karışması olan balçıktan yaratıldığı anlatılır.[2] Neslin devamının ise kadın ve erkeğin birleşmesiyle yani sperm ve yumurtanın döllenmesiyle oluşur. İlk insanın balçıktan yaratılmış olması önemlidir. Bu yaratılan insanda kendilik algısının bulunması şarttır. Yani başkasından önce kendilik bilinci gelir. Biliyor musun? Birçok âlim nefsin ne olduğu üzerinde uzun uzun düşünmüşler, farklı farklı tanımlamalar yapmışlar. Fakat hepsinin ortak görüşü nefse, kendilik anlamı vermeleridir. Kendilik bilincim olmasaydı, varlığımdan emin olabilir miydim? İşte İslam, insanı kendine getiren, kendi olmanın farkındalığını yaşatan bir inançtır diyebiliriz. Bunu selametle/kendisiyle barışık bir şekilde yapması da önemlidir. Bu şuura ermenin yolu da sırat-ı müstakimden geçer yani bu yolu anlatan Vahiyle gerçekleşir. Bilindiği gibi İslam’ın kökeni barış ve esenliktir, sırat-ı müstakim de selamet yurduna davettir. Bu davette tevhit esastır. Çünkü İslam’ın özü “tevhittir.” Hinduizm ise politeist/çok tanrılı bir inançtır değil mi?
-Evet
-Senin kaç tanrın var mesela?
– Hinduizm de en az üç/trimutru (brahma,vişnu,şiva), ve daha fazlası var. Ben üçlemeye inanıyorum. Brahma, vişnu, şiva beni kurtarıyorlar. Brahma yaratılışın tanrısı, vişnu her şeyi kuşatan mutlak varlık ve nihayi benliktir, koruyucudur ve şiva (kötülüğün) yok edicisidir. Böylelikle üçü birliği oluştururlar, üçlemeyi temsil ederler. Mesela Vişnu, tanrının değişik zamanlarda yeryüzüne insan şekline girip yol göstermesi onları kurtarmasıdır. Hatta Vişnu’nun bedenlenmesi bitmedi. Kalki (kurtarıcı) olarak gelmesini bu zamanda da bekliyoruz.
-Biliyor musun? İslam’da “kurtarıcı” diye bir beklenti yoktur. Üstelik Nebi/Resuller, vişnu ve şiva gibi tanrının enkarnesi[3] değiller. Nebi/Resuller senin benim gibi beşerdirler. Beşerlik vasfı, insanın derili yapısına yani somut bedenine işaret eder. Nebi/Resuller de hatırlatıcı, uyarıcı ve müjdecidirler. Allah’ın dininin adı İslam’dır. İslam’a inanalar tek olan Allah’a kulluk ederler. Nebi-Resullere değil. İzin verirsen sana iki sorum daha olacak. Bu sorular birbirleriyle bağlantılı. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Yusuf kıssasında sizin gibi çoklu ilahlara tapanlardan bahsedilir. Ve bu kıssada Hz Yusuf “Ey hapishane arkadaşlarım! Birbirinden farklı Rabler mi iyidir yoksa her şeyi emri altına almış olan tek Allah mı? Allah ile aranıza koyup kulluk ettikleriniz; Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden ibarettir[4]. Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, sadece kendisine kulluk etmenizi emretmiştir. Dosdoğru din de işte budur. Ancak insanların çoğu bunu bilmezler”[5] diye Hz. Yusuf soru sorarak hapishane arkadaşlarından akıl yürütmelerini ister. Ben de böyle yapacağım. Neden üçlemeye ve reenkarnasyona inanıyorsun?
-Üçlemeye tanrı bedenlenip yeryüzüne indiği için inanıyorum. Ayrıca reenkarnasyon olmasa ruhumuzu nasıl arındırabiliriz? Onların da dediği gibi bir üst kastımıza hizmet edicez ki bir sonra ki yaşantımızda daha iyi bir şekilde doğabilelim. Ve en sonunda samsara çarkından[6] kurtulup nirvanaya ulaşabilelim. Üstelik herkes nirvanaya ulaşamaz. Bu yüzden üst kastımıza hizmet etmeliyiz, onlar ne derse yapmalıyız. Farklı bedenlerde gelmemiz gerekiyor ki bir önceki yaşantımızda çektiğimiz acılardan kurtulabilelim.
-Öncelikle belirtmeliyim ki İslam’da kast sistemi yoktur. Mesela Hz. Muhammet’ten gelen bir rivayet şöyledir “İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittir. Allah azze ve celle’ye karşı takva dışında kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur.”[7]. Hucurat suresi 13. ayette insanların en üstününün takvayla/Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle ölçüldüğü yazılır. Ayrıca bu dünyaya farklı bedenlerde geldiğini nereden biliyorsun? Bir sonraki bedenlenmene kim karar veriyor? İslam’ın insana kendilik bilinci verdiğinden bahsettik. Kendilik bilincim sayesinde sorumluluklarımın farkında olurum. Farklı bedenlerde yeniden doğduğumda kendilik bilincim kalmaz, değişir değil mi? O yüzden mi ilk başta kendi inancını tanımlarken kendinden yola çıkmadın, başkasından yola çıktın?
-Evet, sanırım ne demek istediğini anladım. Fedakârlık ve acı çekme üzerinde de uzun uzun düşüneceğim. Benim açımdan fedakârlığın ve acı çekmenin iki farklı boyutu çıktı ortaya diyebilirim. Senin anlattıklarından çıkardığım sonuç senin inancında tevhit şart. Politeist inançta emeğim sömürülüyor. Sürekli başkasının dediğini yaparsam ve sadece onları memnun etmek için çalışırsam. Ben, ben olmaktan çıkarım galiba.
-Evet, güzel yakaladın. Firavunun, İsrailoğullarının emeğini sömürerek, onları köleleştirdiği gibi. Üstelik o da halkını sınıflara ayırmıştı. Kur’an-ı Kerim’i okursan ne demek istediğimi anlarsın. Birçok cevabı onda bulacağından emin olabilirsin. Böylelikle ibadetlerini ve salih amellerini arttırarak kendine iyilik yapmış olursun. Salih kavramına da bakmanı tavsiye ederim. Salih amel yaptığın her iyiliğin sonucunu sadece Allah’tan beklemendir.
-En kısa zamanda benim inancımla senin inancın arasındaki benzerliklere ve farklara bakacağıma emin olabilirsin. Güzel eylemlerde bulunmamız gerektiğinde hemfikiriz. Bunlara evrensel ilkeler de diyebiliriz. Ama senin salih amel dediğin sanırım benim anladığım güzel eylemlerden yani erdemli davranışlardan farklı. Her işi Allah’ın rızasını kazanmak için yaptığında ve bu bilinçle eylemlerde bulunduğunda durum farklılaşıyor. Bunun üzerinde de düşüneceğim.
– Konuyu senin için toparlamamı ister misin?
-Evet, çok iyi olur.
-Başlangıçta kendime iyilik kavramındaki kendilik bilincini tavuk meselesiyle çözmüştük. Her şey önce kendinden kendilik bilinciyle başlar. Bu sebeple “başkasına yaptığın her iyilik aslında kendine yaptığın bir iyiliktir” dedik. Üstelik İslam’da yaptığın iyiliklerin karşılığını sadece Allah’tan beklersin. Kurtarıcı beklentisine gelirsek sanırım bizdeki yanlış şefaat inancı sizdeki “kurtarıcı” beklentisinden etkilenmiş. Kurtarıcı beklentisi sadece Hinduizm’de de yoktur Zerdüştlükte, Yahudilikte, Hristiyanlıkta da benzer inançlar vardır. Böylelikle inançların birbirlerini etkiledikleri de aşikâr oldu. Biliyor musun? Kuran-ı Kerim’de kurtarıcılık kavramı da yoktur. Kur’an-ı Kerim’de kurtarıcılıkla karıştırılan şefaat kavramı vardır ve kurtarıcılık kavramıyla aynı anlamlara gelmezler. Şefaat kavramı Tevhit ile alakalıdır. Yanlış şefaat kavramı şirk ile alakalıdır. Müşrikler şefaatçi kelimesini tanrılar/ilahlar anlamında kullanmaktadırlar. Oysa şefaatin tümü Allah’a aittir.[8] Allah’ın onayı olmadan kimse kimseye şefaat edemez.[9] Allah’ın onayladığı kişilerde, Allah’ın haşyetinden tir tir titrerler. Şefaat eden kimse ise gerçeğe tanıklık edecek ve yalnızca doğruyu söyleyecek. Şefaat, kalb-i selimle gelene fayda verecek.[10]Allah’ın razı olduğu kişilere şefaat edilir. Allah şirki asla affetmez.[11] İslam’da kimse kimseyi kurtaramaz. Tabiri caizse “her koyun kendi bacağından asılır” herkesin kazancı kendisine aittir. Kur’an-i Kerim’e baktığımızda “sorumluluğun şahsiliği” ilkesiyle karşı karşıya kalırız. Hz. Muhammet’ten geldiği söylenen bir rivayet bu durumu güzel özetlenmektedir. “Ey Resulullah’ın kızı Fatıma! Sen de kendini Allah’tan satın almaya çalış; zira senin için de bir şey yapamam.”[12] Kısaca bu rivayetten de anlaşıldığı gibi kim, kimin elinden kimi kurtaracak. Ayrıca biliyor musun sizde ki Brahman rahipleri gibi İslam’da ruhban sınıfı da yoktur. Brahman rahipleri kast sisteminin başını oluştururlar değil mi? Üstelik kasttın en üstünü temsil ederler. Brahman rahipleri ve kasttın diğer üyeleri sizleri kendi çıkarları doğrultusunda yönetirler. Emeğinizi, inancınızı sömürürler. İslam’da herkes kendi kurtuluşu için hayırlarda yarışır. Aradaki farkları anlayabildin mi?
-Anladım, güzel bir sohbet oldu. Üzerinde uzun uzun düşüneceğim, teşekkür ederim.
-Benim için de güzel bir sohbet oldu ben de teşekkür ederim. Allah’ın Rahmeti ve Bereketi üzerimize olsun.
Mürüvvet Çalışkan
——————————————————————————————–
[1] Nisa 4/1 [2] Hicr 15/26; Secde 32/7; Taha 20/55; Hicr 15/26; Tarık 86/5,6,7,8; Alak 96/2 vd. [3] Tanrının insan bedeninde yeryüzüne inmesidir. Tıpkı Hristiyanların Hz. İsa’ya yükledikleriyle aynı. Hulul inancı ya da animist (ruh göçü) inançlarında da olduğu gibi. Sonuçta insan biçimci/antropoformik inançlar birbirini etkilemişler. [4] Arapçada isim, bir şeyi tanımlayan, neye yaradığını gösteren ve akılda tutmaya yarayan sözdür (Müfredat). Yusuf aleyhisselamın sözünü ettiği kişiler kendileri için bir takım tanrılar tanımlamış, özelliklerini kendileri uydurmuşlardır. Hud Aleyhisselam’ın kavmi olan Âd (A’raf 7/71) ve Mekkeli müşrikler de benzer tanrılar oluşturmuş (Necm 53/19-23) ve onlara tapmışlardır. [5] Yusuf 12/ 39,40 [6] Samsara, yaşam çarkı bir nevi yeniden doğum döngüsünde yaşanan acıların tasvir edilmesidir. Kişi, kendini rahatsız eden bu acılardan kurtulmayı amaçlar [7] El Firdevs IV,301 [8] Bknz: Bakara 2/48,54; İnfitar 82 17/19 [9] Bknz: Bakara 2/255; Taha 20/109; Secde 32/4; Sebe 34/23; Zümer 39/44 [10] Şuara 26/89 [11] Nisa 4/116 [12] Müslim iman 348-352; Buhari vesaya 11; Tefsir (26)2The post Bir Hindu İle Bir Müslümanın Sohbeti appeared first on Ceride-i İlmiyye.