Tuba Nur Telci

Kurban Bayramı yaklaştıkça hem etrafımızda hem de evlerde bir telaş başlar: Kurbanlık seçimi, bayram temizliği, misafir planları, çocukların heyecanı… Ama tüm bu hazırlıkların ötesinde, derinlerde bir yerde başka bir hazırlık daha vardır: Kalbimizi bayrama hazırlamak.

Çünkü kurban, sadece bir hayvanın kesilmesi değildir. Kurban, bir insanın Rabbine “Sen emrettin, ben de teslim oldum” diyebildiği andır. Hz. İbrahim’in (as) rüyasında gördüğü İlahi emirden sonra yaşadığı sarsıcı teslimiyet ve Hz. İsmail’in (as) babasına duyduğu güvenle gösterdiği sadakat gibi… Bu büyük kıssa, yalnızca bir peygamber ve bir evlat hikâyesi değildir; her anne-babanın, her çocuğun, her ailenin ruhuna işleyen bir iman, teslimiyet ve bağlılık yolculuğudur.

Bugün aile dediğimiz o küçük dünya, çoğu zaman fedakârlıkla ayakta durur. Bazen bir annenin sabrıyla, bazen bir babanın omuzladığı yükle, bazen de bir çocuğun susup anladığıyla. Her gün yaşanan bu küçük ama derin fedakârlıklar aslında birer kurban değil midir? Sevgiden ötürü vazgeçilen bir hak, sükûnetle geçiştirilen bir kırgınlık, sabırla sarılan bir kalp… Bütün bunlar, Kurban Bayramı’nın bize hatırlattığı ruhun ta kendisidir aslında.

Aile, çoğu zaman “birbirimiz için feda etmeye hazır olduklarımız” üzerinden tanımlanır. Kimi zaman susarak, kimi zaman paylaşarak, kimi zaman da affederek büyür bir ev. Aslında her bir davranış, içinde küçük bir “kurban” taşır. Bayram günlerinde kesilen kurbanlar, yalnızca bir ibadeti değil; hayatın içinde sessizce sunulan bu gönül kurbanlarını da hatırlatmalıdır bize. Çünkü kurban, sadece kesilen bir hayvan değil; içimizdeki putların, kırgınlıkların, bencilliklerin de Allah için terk edilmesidir.

Çocuklarımıza kurbanı anlatırken sadece kesilen hayvanı değil, ardındaki niyeti ve duyguyu da anlatmalıyız. Kurban, Allah’a yaklaşmak için bir adımdır şüphesiz, ama bu adımı sadece ibadetle değil; paylaşmakla, affetmekle, birlikte bayram sevincini yaşamakla atarız. Aile olarak bayramı birlikte karşılamak, çocuklara bu atmosferi sevdirerek yaşatmak büyük bir nimettir.

Bayram sofrasına konan her tabak, sadece yiyecek taşımaz; içinde sevgi, dua, geçmişten gelen hatıralar ve geleceğe dair umutlar vardır. Önden gidenlere duyulan özlem, onların sofradaki yokluğu ise bayramda payımıza düşen hüzün taneleridir. Bu haliyle bayram hem dolan bir sofradır hem de boş kalan sandalyeleriyle içe dokunan bir vakittir.

Kurban etini paylaşırken, aslında sevgimizi bölüşür, merhametimizi yayarız. O sofrada “biz olmak” duygusu büyür. Paylaşmak ve bölüşmek arasında o ince fark gerçekten anlamlıdır. Paylaşmak daha fazla gönüllülük ve kararlılığı ifade ederken, bölüşmek ortak bir sorumluluğu ve birlikte hareket etmeyi ifade eder. Paylaştığınızda, karşınızdaki kişi o şeyi kabul etmek durumunda kalabilir; ama bölüştüğünüzde yakınlık ve eşitlik hissi vardır.

Kurban bize her yıl bir şeyi hatırlatır: bazen hayatın merkezine koyduklarımızı Allah için yeniden gözden geçirmeyi… Belki bir alışkanlık, belki bir öfke, belki de içten içe bizi uzaklaştıran bir kırgınlık… Kurban Bayramı, bunları da bırakabilme cesaretidir.

Tıpkı Hz. İbrahim (as) gibi…

Tıpkı biricik oğlu İsmail (as) gibi…

Çünkü biliyoruz ki, kurban yalnızca kurban edilen bir hayvan değil; kalpten yapılan bir niyettir. Ve kalpten Allah’a yaklaşan her insan, ailesine de daha çok yaklaşır. İşte o zaman bayram evin içinde başlar, zenginleşir, duvarları aşar ve büyür.

Rabbimiz, bizi İbrahimî bir teslimiyetle, İsmailî bir sadakatle donatsın. Gelen her bayram, kalplerimize ve mazlum coğrafyalara huzur getirsin.

Bayramınız fedakârlık olsun.

Kategori: